“ANNEM JAPONCA KONUŞUYOR”
“Neden her şeyi youtubeda paylaştın?” bu cümle tüm vloguma karşı
beslediğim tüm duyguların bir anda küçülüp yok olmasına sebep oldu. Birkaç
saniyeden fazla donup kaldığımın farkındaydım. O, karşımda kaşları ters yay
gibi gerilmiş halde gözlerinde derin bir öfke ve çaresizlikle bana bakıyordu. Bir ara gözüm
karşı tarafta duran aynaya kaydı. Şaşkın ve salakça donakalmıştım. Beynim savunmaya geç diye
emir verirken, diğer taraftan birkaç söz edecek vakti geçtin, bu tartışmada haksız taraf sensin
dedi. Bir taraftan annemi tüm âleme rezil mi ettim diye düşünürken diğer taraftan uzun zamandır hayalini
kurduğum vlogum gerçek
olmuştu. Tek sorun konu “Annemdi” diye düşündüm. Ablam, sorumsuz davranışlarım hakkında
söylenmeye devam ediyordu. Beynim bir kez daha telkinde bulundu. Mantıklı bir
iki cümle kurmaya karar verdim. “Annem, Japon olup Japonya’ya gitti. Sen
bana taktın.” dedim.
Olaydan birkaç ay önce
Sabah herkes yine bir koşuşturmacayla evden çıkmıştı. Ben yine
işe geç kalmıştım. Uyusam mı
yoksa kalkıp monoton hayatımdan dünkünün aynısı bir gün daha yaşasam mı
kararsız kalmıştım ama tabii ki uyandım.
Sabahın o saatlerinde annemin izlediği sabah programında genelde
İzmir Marşı çalar ve halkın bozulmuş yoğurda benzeyen milliyetçilik duygularından peynir çıkar mı minvalinde denemeler devam ederdi.
Fakat o gün çok garip bir
şekilde annem bir Japon kanalında “Oşiyamioyo” denilen bir yiyeceğin tarifini
özenle tarif defterine yazıyordu. Şaşkındım, işe geç kalmış, pijamamı bile çıkarmamıştım.
“Anne, neyi not alıyorsun?” dedim. Annem garip garip yüzüme baktı. Eğilip deftere baktığımda ne olduğunu
anlamadığım garip çizgiler
vardı. Gözlerim kocaman açılmış, yüzümde yarı şaşkın yarı gülen bir ifadeyle, “Ohaaaa, Japonca
mı biliyor musun?” dedim. Annem “oha”
kelimesine inanılmaz kızar, genelde terliğini çıkarıp fırlatır ve mesafe ne
kadar uzak olursa olsun vururdu. Hatta bir keresinde bana isabet etmeyen terlik
kapının üzerinde asılı panoya gelmişti ve ben vuramadın işte diye sevinçle geri döndüğüm anda pano kafama
inmişti. Annem bana garip garip bakmaya devam ettikten sonra konuşmaya başladı.
Galiba yine “ohaaa”
kelimesine kızıyordu. Fakat benim hiç anlamadığım bir dilde. Şaşkınlığım gittikçe artıyordu. “Anne, beni anlıyor
musun?” diye yüksek sesle konuşmaya başladım. Beni anlıyordu, başını evet
anlamında sallarken ağzından başka bir dilde “evet” çıkıyordu. Telefondaki aile whatsapp grubundan “Annem çok garip davranıyor “yazdım. Babam,
hemen cevap yazdı. “Evdeki en garip şey sensin, saç kurutma makinasını prizde unutma!” Ablam
“dersteyim, sonra” Abim tabii ki baktı ama hiçbir şey yazmadı. Olayın ciddiyetini anlatabilmek için annemi videoya çekmeye karar verdim. Annem Japon
kanalındaki bir şarkıya eşlik ediyordu. Annemi, televizyonu hatta elinde not
aldığı yemek tarifi defterini hepsini videoya çektim. Bu herkesin apar topar eve gelmesini sağladı. Hatta izin
almak için aynı videoyu
patronuma gönderdim. Adam bana 1 hafta izin verdi.
Annemi hastaneye götürdük, kafa tomografisi çekildi. Sonra tüm kafasına bir jel sürüp
bir ton kabloyu kafasına taktılar ve beyninin tamamını bilgisayardan
incelediler. Ancak hiçbir
sonuca ulaşamadılar. En son psikiyatra götürdük. Japonca bilen bir psikiyatr
bulamadığımızdan, annemin niye böyle yeni bir lisana ihtiyaç duyduğunu tabii ki
anlayamadık. Evde herkes yavaş yavaş annemin durumuna alışmaya başladı. Hatta
babam, annemi anlayabilmek için
telefonuna dil çeviren bir
uygulama bile yükledi. Çevredeki insanlar annemin arkadaşları, komşular,
akrabalar herkes garip şeyler söylese de annemdi işte. Belki bir sabah yeniden eskisi gibi Türkçe konuşmaya başlardı. Abim,
annemin dil problemi için bir
çözüm bulmuştu aslında. Ona yeniden Türkçe öğretmek. Ancak kadın, Türkçe anlıyor fakat Japonca cevap verebiliyordu. Bu da çözümü sonsuz
sorun döngüsünde yitirmemize sebep olmuştu.
Annem artık
bize Japon kanalında öğrendiği yemeklerden yapıyor, burada yetişmeyecek çiçek tohumlarıyla uğraşıyor ve hatta sürekli yabancı sitelerden alış
veriş yapıyor, gelen kargolara sanki Japonya’dan ahbapları gelmiş gibi
seviniyordu. Son günlerde telefonda birileriyle mesajlaşıyordu ancak telefonun
dilini Japoncaya çevirdiğinden
hiçbir şey anlamıyorduk.
Babam, arada konuştuğu kişilerin profil fotoğraflarına bakıyor. 40 – 50
yaşlarında Japon kadın diye rahatlıyordu. Nedense kimse annemin bu kadınları nerden tanıdığını merak etmiyordu.
Annem adeta kabuk değiştirir gibi dil değiştirmişti. Yavaş yavaş dış görünüşü
de değişiyordu. Saçını garip çubuklarla
tutturuyor, eskisi gibi Karadeniz çayı
ne yapıyor ne de içiyordu.
Aldığı porselen demlikte acı bir şey yapıyor. Fincan gibi küçük bardaklara
koyuyor onu içiyordu. Oldukça acı bir tadı olan çayı zevkle içişi beni hayrete düşürüyordu. Yemek olarak
pirinç ve değişik otlarla sarıp
sarmaladığı balıkların üzerine döktüğü acı soslar artık evde Türk
mutfağı kültürüne son nefesini verdirtmişti. Ablam kederle annemin çiğ balıklarını kızartıyor, bu
arada annemde kendi dilinde buna karşı çıkıyordu. Ne zaman annemin Japon’a
dönüşmesine alıştığımızı düşünmeye başlasam, daha garip bir şeyler yapıp
hepimizi şaşırtıyordu.
Bir gece aniden kapının zili çalmaya
başladı. Annem koşarak kapıyı
açtı. Biz şaşkınlıkla annemin
arkasında olanları izliyorduk. İki tane Japon kadın bir tane Japon amca üç tane
büyük valizle karşımızdaydı. Annem kadınlara hasretle sarıldı. Ardından adamla
sarıldılar. Birbirlerine belli ki hasret dolu cümleler kuruyorlar, gözleri
sevinçten ağlamaklı halde
konuşuyorlardı. Nihayet annem bize döndü ve kendi dilinde bizi onlarla
tanıştırdı. En son babam onlarla tanıştı, ancak onu hiç bu kadar kızgın
görmemiştim. Ertesi günler annem misafirlerini özenle ağırlıyor, garip yemekler
yapıyorlar, Japon adetlerine uygun evdeki mobilyaların yerini değiştiriyorlar;
hatta sabah güneşin doğuşunu balkonda selamlıyorlardı. Bizde evimizi sanki
yabancı kafilesine teslim etmiş gibi kalakalmıştık. Ablama ve abime artık bir
şeyler yapalım bu ne zamana kadar böyle devam edecek diyordum ama abim
fikirlerime karşı çıkıyordu. Ablam ise duruma daha sakin bakıyor ve her şeyin
düzeleceğini düşünüyordu.
Ben de kendi yöntemlerimle annemin durumuna el atmaya karar
verdim, geç bile kalmıştım. “Annem Japon oldu.” adında bir youtube kanalı açtım ve annemin başından geçen tüm hikâyeyi internet âleminde
paylaşmaya başladım. İlk haftalar pek fark edilmeyen kanalımın abone sayısı her geçen gün artmaya başladı. Tüm sosyal medya benim annemi konuşuyordu.
Japon arkadaşlarından birisi kanalımdaki videoları anneme gösterdi ve annem ilk defa “Türk
annesi” gibi tepki verdi. Terliğini kafama fırlattı. Annemin videoları 20 milyondan aşağı
izlenmediği gibi artık telefonlarım susmuyor, tartışma programlarında tüm
tekerleri patlaya, uçurumdan
aşağı giden Türkiye değil de annem konuşuluyordu. Uzmanlar kendilerine göre birçok yorumda bulunuyor, herkes
ortaya başka bir şey atıyordu.
Tüm bunlar yaşanırken babam beni de evlatlıktan reddedip, evi terk etmişti.
Abim kanalımı kapatmam için
baskı yapsa da videolar artık her yerdeydi.
Annemin durumu Japon devletinin ilgisini çekmiş ve annemi ülkelerine davet etmişlerdi. Bir türlü tanıyamadığımız Japon akrabalarıyla birlikte
Annem, Japonya yollarına düşmüştü. Abimde onu yalnız bırakmamak için onunla beraber uçak korkusuna aldırmadan Japonya’ya gitmeye
karar vermişti. Ablam ve ben havaalanına kadar onları yolcu etmiştik. Ben tabii
ki annemin her anını videoya çekmeye
devam etmiştim. Eve geldiğimizde ben yeni videoları yetiştirme derdindeyken,
ablamda evi toplarken bir an göz göze geldik ve bana bağırmaya başladı.
Aramızda geçen tartışmadan
sonra ablam birkaç eşyasını alıp, evden ayrıldı. Koca evde yapayalnız kaldığım
yetmez gibi artık kanalıma ne çekip
koyacaktım onu da bilmiyordum. Bende bir bilet alıp Japonya’ya gitmeye karar
verdim. Zaten annemin orada neler yapacağını da acayip merak ediyordum. Ailemi
düşündüm, bir gün çok zengin
olup gönüllerini alırım diyerek Japonya yollarına düştüm. Hayat artık bana macera ve heyecan dolu
gelmeye başlamıştı.
Nimet Pilavcı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder