12 Haziran 2021 Cumartesi

KUYU

 

KUYU

Karanlık bir ekranda beyaz bir renkle 36 ay 16 gün 10 saat yazmakta.

Arka fonda mutlu insan sesleri yükselmekte. Birinin soluk soluğa koştuğunu nefes alışverişlerini duyuyoruz. Ayak sesleri yaklaşıyor. Ekrandaki koyu siyah biraz açılıyor. Bir kadını bir kuyunun başında görüyoruz. Kadın gecenin karanlığında eğilip kuyuya bakıyor. Kuyuyu kadının gözünden görüyoruz. Gözleri kör eden bir aydınlık parlak beyazlık. Adeta güneşe bakar gibi, kuyuya bakıyor. Alt açıdan kadının gözlerini açamadığını ama yüzünde bir tebessüm olduğunu görüyoruz. Kadın kuyunun duvarına çıkıyor, bir binadan kendi atarcasına kuyuya kendini bırakıyor. Kadının o kör edici beyazlıkta kollarını açmış uçmakta olduğunu görüyoruz. Ancak bu kadının gözünden görünen. Kadının aslında hızla bir yerden aşağı düştüğünü görüyoruz. Kadın kuyunun dibine düşüyor. Kuyunun içinde bir evren var. Bir adam karanlıklar içinde tüm gri renklerin arasında siyah bir gölge şeklinde bir kafede camın kenarında oturmuş siyah gazeteyi okuyup siyah fincandan koyu siyah kahvesini içerken kadının düştüğünü görüyor. Başını tekrar gazetesine çevirip kahvesini yudumlamaya devam ediyor. Kadını tekrar görüyoruz. Kadın siyah bir gölgeye dönüşmüş olmanın verdiği şaşkınlıkla ellerine bakıyor. Camdaki yansımasına bakıyor ve siyah bir gölgeye dönüştüğünü görüyor. Etrafından tıpkı kendi gibi gölge insanlar geçiyor. Siyahın tonlarından oluşan çevrede binaların arasında yürüyen, parktaki bankta oturan insanlar, hepsi sessiz. Sadece kadının nefes alıp verdiği anları duyuyoruz. Ardından bir ses duyuluyor. Bir flüt sesi. İnsanlar aniden sese doğru kuyunun gökyüzüne bakmaya başlıyorlar. Hepsi beyaz birer bedene kavuşuyor. Mutluluk sesleri duyuluyor. Gölgeleri beyaza dönüşüyor ve kadında onlarla birlikte hepsi kendilerini gökyüzünde uçarken buluyorlar. Bu birkaç saniye bu şekilde devam ediyor. Ardından yine bir flüt sesiyle hepsi siyah birer gölge olarak yine yere düşüyorlar. Hızla, parçalanırcasına yere çakılıyorlar. Çamur gibi. Şekilleri bozuluyor, düştükleri yerde bir süre kalıyorlar ancak daha sonra hiç düşmemiş gibi kalkıp gündelik hayatlarına devam ediyorlar. Kadını tüm bunları izlerken görüyoruz. Kuyudan çıkması gerektiğinin farkına varıyor. Düştüğü yere tekrar koşuyor. Kuyunun duvarlarına tırmanmaya başlıyor. Ancak onun gibi başka gölgelerinde kuyudan kurtulmaya çalıştıklarını görüyor. Ancak kimi kuyunun duvarında yeşeren renkli çiçeklere aldanmış onları severek tırmandığı yerde kalmaya devam ediyor. Kimi daha hırslı inatla tırmanmaya devam ediyor. Çiçekleri geçmiş ancak beyaz bir yılanın aniden tuğlaların arasından çıkmasıyla tırmandığı yerden düşmeye başlıyor. Kadın tüm bunları görüyor. Çiçekleri geçiyor. Yılanı geçiyor. Ardından bir rüyada mutlu kendini kendi suretinde görüyor. Bir bulutun üzerinde mutlu haline bakıyor. Gözleri kapanıyor, tırmandığı yerden düşmek üzere ancak bir anda uyanıyor ve tırmanmaya devam ediyor. Kadın kuyudan dışarı çıkıyor. Ellerine bakıyor, kendi ellerini görüyor. Kuyunun yanından koşarak uzaklaşıyor. Kuyu bir süre ekranda kalıyor. Kuyunun göründüğü açıdan gün doğumunu ve gün batımını görüyoruz. Gece olduğunda yine aynı ayak sesleri duyulmaya başlıyor. Aynı kadın soluk soluğa kuyunun yanına geliyor. Kuyuya eğiliyor. Göz alıcı parlak beyazlık dışında görünen hiçbir şey yok. Kadın kendini tekrar kuyuya bırakıyor.

 

İntihara meyilli misin?

 

İntihara meyilli misin? Öyleyim diyorsan 17. Kata çık. Hâlâ kararlıysan bir üst kata çık ve balkonun kapısını aç. Boşluğa doğru birkaç adım at,. Balkon duvarının üzerine çık, sakın korkuluklardan tutunma, aşağı bak. Bulunduğun yerin yüksekliğini söyleyeyim sana. Tam 55 metre yüksektesin. Yere kendi ağırlığın x yükseklik ve havadaki ivmeyi de ekleyerek ortalama ağırlığının 4 katı hızla çarpacaksın. İlk anda inanılmaz bir ağrı hissedeceksin. Yüzüstü çarpmanın etkisiyle göğüs kafesinin kemikleri kırılacak ve akciğerine saplanacak. Ağzından kanlar gelmeye başlayacak nefes borunu tıkayan kan, dünya ile arandaki son bağı oksijeni engelleyecek ve yavaşça gözlerin kararacak bilincin kapanacak. Epifiz bezin son kez DMT hormonu salgılayacak. İlk defa doğduğunda salgıladığı gibi… Şimdi boşluktasın ama dur 1 dakika neden çevrendeki tüm sesleri duyuyorsun? Seni bir ambulansla hastaneye kaldıracaklar. Duyacaksın, göreceksin, bağıracaksın biraz önce kendini boşluğa bıraktığın sıkıntılarını düşün. Ne kadar saçma değil mi? Maalesef animasyon ekibindeki doktor ölüm saatini yazdı. Yüzünü örtüyle kapattı. Ve şimdi buz gibi morgdasın. Dışarıdan birilerinin çığlıklarını duyuyorsun. Annen olmalı. Cenaze işlemleri gibi bir şey duydun kuzeninden. Yeniden kendine soruyorsun “Öldüm mü?” Yakınlarını görüyorsun üzgün ve şaşkındılar. Birinin “çokta zayıfmış” dediğini duydun. Otopsi için doktorlar seni bekliyor. Ellerinde vücudunu kesmek için kullanacakları bir sürü acımasız alet. Eline neşteri alan doktorun gencecik bir kız olduğun görüyorsun. Tıpkı senin gibi genç! Elleri titriyor. “ilk otopsim” dediğini duydun. Genç kızın gözünden bir damla yaş bedenine düştü. Alnın ve kaşının arasında bir yere. Hocası “ korkma, ö ölü. Seni duyamaz, hissedemez.”  Kızın elleri titreyerek, neşterle boğazından göbeğinin altına kadar uzunca bir çizgi çekti. ”Canım acımadı.”  Kıza baktın “şimdi başka bir yerde mesela bir kafede, kahve sırasında seninle tanışmak vardı” diye söylendin. Sonra aniden öldüğün geldi aklına, panikle “öldüm ben, bu kadar kolay mı ölmek?” diye bağırdın. Otopsi işlemleri tamamlandı. Genç kız vücudunda açtığı tüm yerleri özenle dikti. Hocası “ aferin, vize notun iyi ”  Birinin vizede alacağı notun uygulama sınavı olmuştun. Daha 3 saat önce yaşayan sen değil miydin? Sahi bunu mu istemiştin? Cenaze ve otopsi işlemlerin tamamlandı. Artık toprağa karışabilirsin. Annen geldi yanına ve sonra sırayla tüm sevdiklerin, vedalaştılar seninle… “Keşke daha çok vakit ayırsaydık birbirimize, keşke nefret ettiğimi değil, sevdiğimi söyleseydim onlara.” dedin ama yine duymadılar. Yanından geçip gittiler. Seni yavaşça tabuta yerleştirdiler ve toprakla buluşmak vakti. Atık sessizsin, itiraz yok. “mezarım burasıymış, yıllarca yanından geçip gittiğim yer.” Dedin, Son bir çırpınış “niye bu kadar acele ettim, niye?” Artık sen topraksın… Hâlâ öyle misin?

Şimdi, gerçekten intihara meyilli misin?

9 Mayıs 2020 Cumartesi

Var Oluş Sancısı


Okyanusun dibinde olanlar çok canını sıkmıştı. Basıp gitme isteği yine bütün benliğini kaplamıştı. Ancak nereye gidecekti, ne yapacaktı, içindeki mutsuzluk kaçınılmazdı. İçinde büyüyen karamsarlık okyanustaki dev dalgalar gibi yükselmiş şu yeryüzündeki korkunç her yanı parlak, rezidans dedikleri dev yaratıklar boyuna erişmişti. Hem okyanus onun için güvenliydi. Gezegenin en sakin yeriydi belki de. Araştırmacı balinalara göre gezegeninde ömrü uzun değildi, öyleyse bile bu onu ilgilendirmezdi. Derin düşüncelere dalmış yüzerken birden aklına suyun yüzeyine çıkmak geldi. Hızlı bir hareketle suyun yüzeyine ulaştı. Gagasında tuttuğu sigarasının uzun bir süre kurumasını bekledi, bin bir uğraşıyla yaktı. Gözlerini kapattı, bir nefes çekti sigaradan. Sürekli konuşup duran iç sesini artık duymak istemiyordu. Bu sırada bir tiz bir çırıltıyla yerinden sıçradı. “Üfff, hey şu sigaranı söndürür müsün? Kokusu iğrenç!” Yunus balığı gözlerini açtı ve sesin sahibine merakla baktı. Kendini gökyüzünün sahibi hatta olduğu tüm alanın sahibi zanneden bir martıdan başkası değildi.  Suyun dibine dalmak istedi ama sigarasını yeni yakmıştı. Sigara bulmak zor işti. Suyun dibine dalacak bir izmarit bulacak sonra onu gagasıyla suyun yüzüne çıkaracak güneşte saatlerce kurusun diye bekleyecek kuruyunca bu seferde yanması için uğraşacak yakacak sonra bir nefeste ciğerlerine çekecekti. Bu sefer ki tam bitmemiş bir izmaritti. Biri bunu düşürmüş olmalı diye düşündü. Okyanusta hayat zordu. Ağzında sigarası suyun yüzünde birkaç yüzgeç öteye kadar gitti. Yanından neşeli bir yunus topluluğu geçti. Sigarasından bir nefes daha çekti ve dünyadaki bazı canlıların nasıl bu kadar umarsızca mutlu olmayı başarabildiğine şaşırıp kaldı. Öyle ki ona doğru yaklaşıp tepesine atılan ağı bile fark edemedi. Fark ettiğindeyse gökten başının üzerine bir ağın düştüğüydü. Balıkçılardan biri yakaladık, çekin diye bağırıyordu. Işıklarını yakmayı bir türlü beceremediği dünyasına üzülürken şimdi de özgürlüğünü kaybetmişti. Bir balıkçı teknesinde ağa dolanmış halde çırpınıyordu. Kimsenin umurunda değildi. Yunuslar çoktan uzaklaşmıştı. Martılardan da kime hayır gelirdi ki? Ağdan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydı. Ağın içinde cebelleşirken bir ses duydu. “şşşh çok uğraşan gördük ama hiçbiri balık çorbası olmaktan kurtulamadı.” Yunus balığı sinirlenmişti “git başımdan manyak!” martı az önce gagasıyla tırnaklarının arasını temizlemeye koyulmuştu. “bence bu kadar asabi olma” yunus balığı ağın içinde kıvranırken martının rahat tavırlarına iyice sinir olmuştu. “ seni kontrol delisi leş yiyen! Defolup git artık” diyerek çırpınmaya devam etti. Martı bir anda uçup gitti. Yunus balığı martıdan geriye kalan esintide ardından bakakaldı. İçinde küçücük bir beklentinin oluştuğunu fark etti. Kendine kızdı sonra da kendini haklı göstermek için " ne olsa bu insan aleminin elinden simit yiyor, belki beni de kurtaracak bir şey söyler" diye beklemem çok masumca. Ağların arasından kuyruğunu kurtarmaya çalışırken bir insanın ona doğru yaklaştığını farketti. İnsan üzerine eğilip yüzgecine dokundu, sonra elini gagasına uzatıp ağız ve göz çevresini inceledi. "iyi iyi sağlam" yunus balığı "bana dokunamazsın, bıraak" diye çırpınırken "sağlıklı" olmasının sevindirici yanına bir anlam veremedi. Teknenin motoru çalıştı ve yattığı yerden sadece gökyüzünde hızla akan bulutları görerek yaklaşık bir saat yol aldılar. Yunus balığı ölümü düşünüyordu şimdi. Tek korkusu onu işkence ile öldürmeleriydi. Ya canlı canlı yüzgecini keserlerse ya da kafasına sopayla ölene kadar vururlarsa veya canlı canlı derisini yüzmeye çalışırlar mıydı? sonra zihnini yokladı. Tüm bu korkularının güvenilir kaynağı kimdi? Çocukluğunda annesinin öğütleri geldi aklına. Neyse tüm bunlar çocuk korkutma saçmalıkları diyip derin bir nefes aldı. Nihayetinde bir gün ölecekti. O da bugündü. Sahile geldiklerinde zarar vermeden taşıyacak korunaklı bir aracın özellikle onun için geldiğini duyunca saçma bir şekilde kendini önemli hissetti. Tekneden araca taşınırken en artist haliyle durdu. Etraftan gelen "gayet güzel bir yunus" sözleriyle biraz daha şımardı. Daha sonra birkaç el onu karanlık suyun içine bırakıp kapağı bırakınca bağırmaya başladı. "heeey benim karanlık fobim var" bir anda yine panik havası tüm bedenini kapladı ve beyni son bir saatte olanlardan hazırladığı filmi aklına bırakıverdi. Öylece boşlukta hissediyordu kendini, yapacak bir şey var mıydı? ya da yapsa işe yarar mıydı? bildiği basıp gitmek istediği okyanustan kilometrelerce uzaklaştığıydı. öleceğini düşünmek kalp çarpıntısından başka işe yaramıyordu. Aptal martı diye söylendi. sigaranı niye zararlı bir alışkanlık olduğunu anlıyorum, yaşamak için bir şansım daha olsa diye içinden geçirirken araç durdu. Kapak açıldı ve ışık suyu aydınlattı. Ona yaklaşan insan "gel buraya güzel yunus" diyip onu yakaladı ve genişliği 6 metre yüksekliği 3 metre olan bir akvaryumun içine bırakıverdi. Yunus şaşkındı. bir çok türden balık etrafına toplandı. İçlerinden gözlüklü, seyrek bıyıklı, yüzgeci beneklerle kaplı yüzünde sevimli, salak bir ifade olan kedi balığı "akvaryuma hoşgeldin" dedi. Yunus balığı şaşkındı. "akvaryum demek haaa!, deniz, göl hatta nehiri bile duydum ama akvaryumu duymadım"  arkadan gelen muuckk sesiyle tüm balıklar irkildi. Bir kaç tanesi homurdanarak çöpçü balığına söylendi. "heey vazgeç artık şu cam duvarları yalamaktan" Çöpçü balığı üzgündü, kaşları düşük, gözleri kısık ve düşünceli bir ifadeyle "napiim dudaklarımı cama yapıştırıp gözlerimi kapatınca onun geri gelip beni camdan öpeceğini düşünüyorum." diğer balıklar çöpçü balığın melankolik halinden bıkmıştı, birden ortamı saran hüzün herkesin dağılmasına sebep oldu. Yunus balığı "heey akvaryum okyanustan büyük mü küçük mü? onu soracaktım" bu son cümle minik pembe ahtapotu güldürmüştü. Ahtapot o kadar küçüktü ki yunus balığı onu görmemişti ama komik kahkahasını duymuştu. Ahtapot konuşurken sanki sevimli müzikler çalan bir orkestra ona eşlik ediyordu. "hiaahahihaa buranın okyanustan büyük olduğunu düşünen tek... teeeek" yunus balığı " tek ne?" ahtapot "tek şey, şey sensin" Yunus balığı ahtapotun ona şey diye seslenmesine bozuldu. "benim bi adım var" ahtapot "bunu tanışırken söylemeliydin, o yüzden artık senin adın şey" yunus balığı " hayır benim adım Gaerri" küçük ahtapot sanki restarourantta sipariş ettiği yemeği sevmemiş gibi bir ifadeyle "hım sevmedim senin adın bundan sonra şey" dedi ve tüm akvaryuma duyuracak gür sesle "bu iri kıyımın adı şey" diye bağırdı. herkes bir an akvaryumun içinde amaçsızca gezmeyi, yemek yemeyi, uyumayı bırakarak bir kaç saniye dona kaldı. Kedi balığı birden bağırmaya başladı. " o geldi, yıllardır beklediğimiz, o" bu sözlerin üzerine tüm balıklar akvaryumun için yunus balığının etrafında toplandılar. Sakin vatoz "ben anlamıştım" dedi diğer bir grup küçük sim balıkları koro şeklinde "bizde hissettik" ahtapot "akşam herkes gidip, ışıklar kapanınca bunu kutlamalıyız" yunus balığı şaşkın "kimden bahsediyorsunuz ben kurtarıcı değilim" ahtapot yavaşça yunus balığına yaklaştı "şşt sakin ol, kurtarıcı bilmez kurtarıcı olduğunu" yunus balığı "hepsi senin yüzünden" ahtapot yunus balığına iyice yaklaştı ve fısıldayarak "birinin bizi kurtarması lazım" ve daha sonra diğer balıklara seslendi. "şey uzun yoldan geldiği için yorgun, akşama kadar biraz dinlenmek istiyor" tüm balıklar yavaşça yunus balığının etrafından dağıldı. Ahtapot, Yunusa "beni takip et" dedi... DEVAMI GELECEK!

7 Mayıs 2020 Perşembe

GEÇMİŞE SELAM ÇAKMAK

Selam Blog,

Çocukluğumdan bu yana bir şeyler yazıp bir yerlere saklamaya bayılırdım. Bir keresinde yazdığım hikayelerden bir kaçını şeffaf dosyaya sarıp onu da bir poşete koyup bahçeye gömmüştüm. Yıllar yıllar sonra yaşlanıp ak saçlı bir nine olduğumda toprağı kazıp "eeeh bi zamanlar neler yazmışım neler" diye hayaller kuruyordum. Hayattan beklentim oldukça komik geldi şu an. Hayallerle özgüven arasında bir orantı var mı? onu da merak etmedim değil. İnsan ünlü bir yazar filan olduğunu hayal eder en azından içinden bunu kendine sesli söyler. Tabii ki böyle bir hayalim vardı ama öylesi derinde gömülü bir hayal ki. Beni "o yapamaz" diye büyütülen şimdilerde yetişkin ancak içi çocuk kalmış insanlar anlar. Bu da şeye benziyor. Ham meyve. Dışı güneş görmüş ama o güneş bir türlü içine geçememiş ve içi ham kalmış. Her neyse 10 senede hayatımda neler değişti. Bir kere geçmişte asıldığım uğraştığım şeyler için iyi ki uğraşmışım diyorum. Mesela ailemin sözlerine aldırmayıp özel sektörde tutunmaya çalışmam, bir şeyler yapabilmek için gece gündüz uğraşmam hiç biri boşa değilmiş. Güzel günlerde yaşadım, kötü şeylerde ama hayat bu. İnsanlara artık eskisi gibi değer vermiyorum. Yani samimi sevgi sözcükleri bile tamamen çıkar sebebiyle söylenmiş olabiliyor. Sadece kendine güvenmek, sırtını yaslamak için birini aramamak gerek. Beşeri sıfatlarımızdan dolayı illa birine güvenmek ihtiyacı hissediyorsan Allah'a güvenmek, en güzeli. Asla o güven boşa gitmiyor. Hayallerin için bi çizik bile atsan, o ilerde bir şekilde işe yarıyor. Şimdi keşke o zaman daha çok uğraşsaydım diyorum. Yani kendime bile itiraf edemediğim o hayalimin peşinden aşkla koşsaydım da bugün başlangıç seviyede takılmasaydım. Hayatın ne getireceği belli olmaz. 20'li yaşlarım koca bir umutsuzluk bulutuyla birlikte uçtu gitti. Geçmişte yaşamak insana geleceğini kaybettiriyor. O yüzden ben gelecek için güzel şeyler dilemek gerek. Sadece dilemek değil, yazmak, yazmak ve çok daha fazla okumak gerek. Ekmek gibi su gibi bir ihtiyaç bence okumak. Çocukken her kitabı başka bir gezegen olarak hayal ederdim ve kütüphaneler bana bu gezegenlere açılan solucan delikleri gibi gelirdi. Muhteşem bir manzarayı izler gibi hayranlıkla izlerdim kitap raflarını. Sonrasında maalesef ülkemizdeki eğitim sistemine kurban giden hayallerim yüzünden ergenlikle birlikte hayatımdaki önem sıralarında kitaplar çok geriye düştü. Ne zaman elime güzel bir kitap geçse ya ailem ya da vicdanım hep "matematik çalış" bunları sonrada okursun diyordu. İşte orada yanılmıştık. Onları o zaman okumalıydım. Üniversite sınavından bile önemliydiler bence. Yani nasıl anlatsam. Mesela kahvenin ilk kabardığında köpüğünü alabilirsiniz sonrasında söner gider ya bu da öyle bir şey. Yine de geçmişi geçmişte bırakıp gelecek için güzel günler diliyorum kendime. En azından artık istediğim şeyleri daha cesur dile getirip arkasında durabiliyorum. Umarım 10 sene sonra buraya ünlü bir yazar olarak geri dönerim.

                                                                                                                                              Sevgiler

24 Kasım 2018 Cumartesi

Belgeselin Aile Boyu


Kişiler;
80 yaşındaki anneanne, Hayriye Hanım. (80 kelime)
37 yaşındaki kardeş Salih (37 kelime)
60 yaşındaki anneniz, Nazan Hanım (60 kelime)
15 yaşındaki yeğen Pelin (15 kelime)
7 yaşındaki küçük kuzen Aslı (7 kelime)
23 yaşındaki kuzen Emre (23 kelime)

Aslı
Kuşların özgürlüğü için kafesin kapağını gizlice açtı.

Emre
O gün yine kainatın sırrını çözmek üzere yollara düştü. Navigasyonu bozulduğu için evden çok uzaklaştığını fark edip paniğe kapıldı. Bulduğu ilk ankesörlüden evi aradı.

Pelin
Tv'de kanal değiştirirken rastladığı kadın programına katılıp , 3. sayfadan okuduğu haber metninin değiştirerek sunucuyla eğlendi.

Nazan Hanım
Katıldığı ralli yarışında pistin tozunu attırırken, küçük oğlunun aramasıyla tüm dikkati dağıldı. Yarışı tamamlayıp koşarak eve gitti ve akşam yemeğine gelecek misafirleri için hazırlıklara başladı. Geleneksel tariflere uygun ev yemekleri yapmaya karar verdi. Hazırladığı imam bayıldı harcına bir tutam Hint keneviri serpiştirerek oğlunun patronunu hastanelik etti. Küçük oğlunu ona isyan ederek bu zehirlediğinin 3. patronu olduğunu söyleyip evi terk etti.

Hayriye Hanım
Gece yarısı herkes uyuduktan sonra instagramda takip ettiği dövmeciye gitti. Cebinden yıllardır sakladığı zippo çakmağı çıkardı. Kanatlarını genişçe açmış şahin kabartmasının üzerinde elini gezdirdi. Sol bileğinin içini gösterdi. Nabzının üzerini işaret etti. Dövmeci kağıda çıkardığı çizimi ıslatıp bileğine bastırırken ölüm yaklaştı diye fısıldadı. Dövmeci iğneyi bileğine batırıp çıkartırken gözlerini sıkıca kapattı. Tüm kalbiyle ölen oğlunu düşünürken bankanın attığı msjla irkildi. "Dönem sonu borcunuz eksi bakiyenizden dolayı kapatılamamıştır." Torunun patronunu yine hastanelik eden kızını düşündü. İçinden "bu kız hiç akıllanmayacak" dedi.

Salih
Şehir dışında katıldığı son seminerinde gördüğü ilgi onda şaşkınlık ve sevinç uyandırmıştı. Yoğun çalışmalarının meyvesini toplamaya başlamıştı. Evdekilere seminerde gördüğü ilgiden bahsetmeye heveslenirken ergen kızı Pelin'in kadın programını karıştırdığını ana haberde izledi. Tv'yi kapatıp aceleyle eşini aradı.