1 Ağustos 2023 Salı

Hissettiğin “ Zaman”

 

<script async src="https://pagead2.googlesyndication.com/pagead/js/adsbygoogle.js?client=ca-pub-3732502524573706"
     crossorigin="anonymous"></script>

 

Güneş, koyu yeşil ormanın ardından en kızıl rengiyle battı. Gökyüzünde mavi ve pembe tonları arasında geçen ışığın dansı uzay boşluğuna doğru süzülerek, yarım kürede o gün yaşanan tüm duygularla beraber zamanın sahnesinden çekildi. Yeni bir gösteriye hazırlanan gökyüzünün alışılmış mucizesinde, ay ve yıldızlar tek tek sahnede belirirken insanlar da evlerine döndü. Gecenin sessizliğinde yapay ışıklarla aydınlanan pencerelere dışardan bakıldığında akrep ve yelkovan herkes için aynı sayı değerini işaret ediyordu. Evlerden birinde bir anne okuldan dönen çocuklarına yemek hazırlıyor, salonla birleşik olan mutfaktan bebeği ağlatan küçük kızına sesleniyordu. Saatin akşam sekiz olduğunu yuvasından fırlayarak saniyenin onda biri hızla çıkan guguk kuşu haber vermekteydi. Anneye göre akrep ve yelkovan yine koşturuyordu. Küçük kız büyüme sancıları çekiyor ve ona göre saatlerdir açtı. Hemen yan evde yaşayan genç kız çalışma masasında duran dağınık kâğıtlara bakıyor, son bir ayının altı ay kadar yoğun bir duyguda sürdüğünü düşünüyordu. Şimdi aldığı derin yaralarla baş başaydı. Sokağın karşısındaki bahçede adeta gölde süzülürken donup kalan ördek anne ve yavruları bir davete gider gibi ledlerle süslenmiştiler. Evin bahçeye bakan penceresinden içeriye süzülen zaman, iki ihtiyarın kendilerine ait berjerlerde hayatla olan mücadelelerini çoktan tamamlamış olmanın zevki içinde televizyon karşısında uyukladıklarını gördü. Onlar için “bugün” herhangi günden biriydi. Hastanede, odasında gece nöbetinin bitmesini iple çeken doktor sisteme düşen test sonuçlarını inceliyordu. Adını duyduğu anonsla yerinden fırlıyor, nefes alamayan hastasının yanına koşuyordu. Nefesi kesilen hastaya müdahale ediyor ve birkaç saniyeyle hastayı kurtarıyordu. O anın süresi hastanın zihninde sayılarla ifade edilirken doktor için sadece bir rakamdı. Sonsuzluğun içinde ilerleyen zamansa telaşsız ve sakindi. Belki de aynı filme sürekli şahitlik etmekten sıkılmıştı. Tüm bunlar bizim için sayılar ve formüllerle ifade edilip hesaplanırken, zamanın muhasebesi insanın kalp atışıyla ya da saatteki birkaç sayı ve rakam elbette değildi. Çok daha fazlasıydı. Nefes aldığımız her andı, anda yaşadığımız duygunun zihinde bıraktığı sevinç, acı, heyecan, gerilimdi… Hepsinin bir rengi, ölçüsü ve hissin göreceliği vardı. Maddesel varlığı formüllerle ifade edilen zaman duyusu içinde yaşadığımız bir olgu mu yoksa bizim sadece tanıklık edebilecek kadar hissedebildiğimiz, yanımızdan hızla geçip giden evren mekaniğinin bir parçası mı adlandıramıyoruz. Elinizde tuttuğunuz derginin, onsuz yapamadığınız telefonunuzun, ağzınıza attığınız atıştırmalığın, her yudumunda hayat bahşeden suyun ve dünyadaki her şeyin atomların birleşmesinden ibaret olduğu galakside belki de numaralandırılamayan, parayla ya da herhangi bir değerli taşla satın alınamayan, geri getirilemeyen en değerli şey ZAMAN. Onu sadece başkaları için kullanarak birilerine verebilirsiniz. Ancak siz olmadan, sizin zamanınız kimsenin işine yaramaz. Bu adeta parmak izi, retina gibi kişiye özel. Tam şu anda beklenen “zamanınızı nasıl kullanıyorsunuz?” sorusuyla yargıçlık yapmayacağım ve hatta size zamanı yavaşlatmanın bir yönteminin bulunduğu müjdesini bile verebilirim. Geçmişte bir gün, bilim insanları zamanın dünya merkezinden uzaklaştıkça yavaşladığını keşfetmişler. Yani dağlarda zamanın daha yavaş aktığı kanıtlanmış. İnsanlar dağların tepesine evler yapmaya başlamış hatta öyle ki bazıları dağların tepesine kazıklar çakıp evlerini o kazıkların üzerine inşa etmiş.  

 

Zamanın görecelik kavramını savunan Einstein'a göre zaman üç boyutlu bir düzlem üzerinde ilerlemekte. Teoreme göre bütün varlıklar ve varlığın fizikî olayları izafidir. Zaman, mekân, hareket, birbirlerinden bağımsız değildirler. Aksine bunların hepsi birbirine bağlı izafî olaylardır. Cisim zamanla, zaman cisimle, mekân hareketle, hareket mekânla ve dolayısıyla hepsi birbiriyle bağımlıdır. Yani bulunduğumuz yer ve mekânda cisimsel olarak algıladığımız süre duruma göre değişiklik gösterir. Eğer ışık hızına yakın bir hızda hareket edebilseydik zaman çok daha yavaş akardı. Ancak bunu biz fark edemezdik bizi dışardan gözlemleyenler fark edebilirdi. Işık hızında zamandaki hızımız sıfır olduğu için zaman bizim için dururdu. Einstein zamanın göreceliğini güzel bir kızla geçirilen bir dakikayla elinizi ateşe tuttuğunuzda geçirilen bir dakikayla açıklarken ünlü felsefecilerde zaman konusunu anlamaya çalışmıştır. Aristoteles, harekete bağlı bir zaman tanımı yapmıştır. Ona göre geçmiş ile gelecek zamanı bağlayan ve onlarla sınır oluşturan şimdiki an, zamanın sürekliliği ve bağlantısıdır.  Ünlü düşünür ve teolog Aurelius Augustinus, “zaman nedir?” sorusunu hiçbir şey geçmeseydi geçmiş olamazdı. Hiçbir şey olacak olmasaydı gelecek zaman olamazdı. Hiçbir şey olmasaydı şimdi olamazdı diye ifade etmişti. Kimine göre saydam bir madde, kimine göre bir yarısı geçmişte kalmış yok olan diğeri henüz gerçekleşmemiş, olmayan madde, kimine göreyse bir devinim. Yani kendinize geçmişte bir düşüncenizi başlangıç noktası olarak belirlerseniz düşüncelerinizi farklı yıllarda sorgulayıp zamanın devinimine tanıklık edebilirsiniz.

 

Bense bütün bunları bir kenara bırakıp zamanla ilgili bambaşka şeyler düşünmek istiyorum.  Bir gece dünya kendi etrafında dönmeyi bıraksa zaman durup bekler mi? Görecelik kavramına göre herkes için farklı geçen zaman eşitlenir mi? En ‘mutlu’, ‘üzgün’, ‘heyecanlı’… Anlardan herhangi birinin içinde hapsolsaydık hâlâ aynı duyguyu hissetmeye devam eder miydik? Zaman dünyanın etrafında görünmez bir çember olabilir mi? Eğer müdahale edilebilseydi kozmik ana akımdan başka bir yan akıma uğrayan zamanda bir sabah herkese verilen rol değişseydi, bir önceki yaşamı hatırlamak mümkün olur muydu? Bu öylesi bir sarmal ki geçmiş geleceğin sebebiyken, gelecek şimdinin ellerinde ve bazen her şey bir yaprağın vaktinden önce yere düşmesiyle bile değişebiliyor. Yani milyonlarca gelecek ihtimalinden birini basit bir yaprak belirleyebiliyor ve insanoğlu bunu her şey bittiğinde dahi fark edemiyor.   Sahip olunamayan tek şey olduğu için mi, zaman bu kadar değerli. İnsanlar zamanı satın alabilseydi ve bu dünya yolculuğunu sonsuz kılsaydı nasıl olurdu hiç düşündünüz mü? Zamanı satın alan insan aynı anda birkaç farklı hayat mı yaşamak isterdi yoksa yaşadığı hayatı uzatmayı mı? Dünyadaki sayılı bilim insanına zamanı fonlamak için dünyada bir bağış sitesi kurulsaydı en çok kim mutlu olurdu? Bağış yapanlar mı? Bilim insanları mı? Tüm bu soruların odaklandığı bir nokta var. Dünyada zaman hepimiz için aynı akmıyor. Zaman; bize hissettiklerimiz kadar eşlik ediyor. Belki de herkesin kendine ait zamanı yalnızca kendi nefesi ve içinde bulunduğu duygu kadar... 



 Nimet Pilavcı

 

1 yorum: